Avrupa Birliği Projesi Çağın Projesidir
Dr. Akkan SUVER Avrupa Birliği Parlamentosunda yaptığı konuşma sonrasında Avrupa Birliği Ulaştırma Komiseri ve Avrupa Birliği Başkan Yardımcısı Siim Kallas tarafından kürsüden ayrılmadan önce tebrik edilirken. (2013)
"Hiç kimsenin bizim Avrupa'daki tarih ve coğrafya haklarımızdan şüphe etmesine fırsat ve izin veremeyiz"
Dr. Akkan Suver
Marmara Grubu Vakfı olarak, Avrupa Birliği'nde yer almamızı yalnız bir hak değil, aynı zamanda hem Avrupa hem de Türkiye için bir fırsat ve gereklilik olarak görmekteyiz.
Marmara Grubu Vakfı olarak bizler Avrupa Birliği projesini , çağın barış projesi olarak değerlendirmekteyiz.
1964 yılının Aralık ayında Türkiye, o zamanki adıyla “Avrupa Ekonomik Topluluğu” (AET) ile ortaklık anlaşmasını yürürlüğe sokmuş ve 1995 yılında ise Gümrük Birliği’ni oluşturmuştur.
Daha sonra Aralık 1999 tarihli AB Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmiştir. Türkiye ile katılım müzakereleri ise 3 Ekim 2005’te başlamıştır.
AB Komisyonu müzakerelere yeni bir bakış açısı ve dinamizm kazandırmak amacıyla pozitif gündemi başlatmıştır. İlk görüşme 17 Mayıs 2012’de Ankara’da gerçekleşmiştir.
Tabii ki pozitif gündem sadece müzakereleri destekleyici, geliştirici, iyi niyetli ama geçici bir önlemdir ve hiçbir zaman asıl müzakerelerin yerini tutamaz. Bunun için AB Türkiye arasındaki müzakere sürecinin önünü tıkayan politik kriterlerin kaldırılması şarttır.
Bu arada belirtmekte yarar gördüğümüz bir başka önemli konu da; 1 Kasım 2014'te göreve başlayacak olan Avrupa Komisyonu'nun yeni başkanı Jean Claude Junker'in seçildikten sonra "Önümüzdeki beş yılda yeni bir AB üyesi olmayacak" ifadesidir. Bu ifade tarzı talihsiz ve gereksiz bir değerlendirmedir. Beş yıl boyunca Avrupa Birliği'nin genişlemeyeceğini söyleyen Junker, Balkanları en az beş yıl görmezden geleceğinin işaretlerini vermektedir. Avrupa perspektifine uygun olmayan bu değerlendirmenin AB felsefesine de uygun olmadığına inanıyoruz.
AB SÜRECİ SİYASET’TEN ARINDIRILMALIDIR
Bu tarihi tespitle birlikte siyasi kriterler içinde yer alan Kıbrıs devletinin tanınması şartı, zaman içinde bütün müzakerelerin tartışılmasını bloke eden bir neden haline dönüşmüştür.
Bu blokaj ve AB’nin Türkiye’ye gösterdiği kayıtsızlık ve koyduğu siyasi kriterler Türk Milleti’nin AB’ye olan ilgi ve desteği 2004’lerde %75’in üstündeyken, günümüzde %17’lere inmiş durumdadır.
Öte yandan Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakere sürecinde uyguladığı siyasi ve mali politikalar gerçekçidir. Maalesef Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı çifte standart uygulamaktadır. Dolayısıyla Türkiye-AB ilişkilerinde bugün itibariyle bir gerileme görülmektedir. Ama bu gerilemenin sorumlusu Türkiye değildir. Gerileme düşüncesine temkinli yaklaşmak gerekir.
Zira Türkiye AB’den uzaklaşmamakta, tam tersine AB bilhassa son birkaç yılda kendi değerlerinin aksine hareket etmektedir. 2004 Annan Planı sürecinde ve akabinde Kıbrıs sorunun çözümü konusunda Kıbrıs Türk kesiminin gösterdiği irade; buna mukabil Rumların uzlaşmaz tavrı AB’li liderlerce tek taraflı bir okumaya tabi tutulmuş ve Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “çözüme hayır diyen Rumlar adeta ödüllendirilmişlerdir”. Dolayısıyla bu yaklaşım AB’nin samimiyeti konusunda Türkiye’nin şüphelerini artırmıştır. Dış politika karşılıklı “algılamalar” zemininde ilerleyen bir alansa; eğer, denilebilir ki AB günümüzde Türkiye’yi “ötekileştiren” bir algı içerisine girme hatasını yapmaktadır. “Ötekileştirmenin” değerler sistemi içerisinde olmadığını her fırsatta vurgulayan AB’li yetkililere “AB’de düşünce ve değer ölçüsü kaymasının olup olmadığına ilişkin sorular yöneltmek” de, zannediyorum ki Türkiye’nin hakkıdır.
AVRUPA KITADAN İBARET DEĞİLDİR
Öte yandan Avrupa yalnız coğrafyacılara göre bir kıtadır. Oysa temsil ettiği değerlerin sahip olduğu hudutları çizildiğinde içinde okyanuslar bulunan bambaşka bir Avrupa haritası ortaya çıkar.
Esasen, Avrupalı gibi düşünülen ve iş görülen her yer Avrupa'dır. Dolayısıyla Avrupa bir değerler sistemidir.
Türkiye yaklaşık yüz yıl önce tercihini bu değerler sisteminden yana yapmıştır.
Dolayısıyla 1923 yılında kurulan Cumhuriyetimiz ve 1924 yılında ortaya çıkan anayasamızla bizler yol haritamızı Avrupa değerleri üzerine çizmiş bulunmaktayız.
Sahip olduğumuz coğrafi ve tarihi haklarımız ise Avrupalılığımızı tartışılmaz kılmaktadır.
Kıta üzerinde bulunan İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale, Kırklareli ve Edirne vilayetlerimizin yüzölçümü ve nüfusu çoğu Avrupa Birliği üyesi ülkesinin yüzölçümünden ve nüfusundan fazladır.
Tarihsel bağlarımıza gelince, tarihi ortadan kaldırmak mümkün olmadığına göre geçmişte olup bitenleri sonsuz bir husumet kaynağı yapmamak, aksine geleceğe destek ve barış anlayışı içinde yönelmeliyiz.
Tıpkı Alman - Fransız yakınlaşması gibi!
AVRUPA BARIŞI BİRLİKTE ARAMALI
Zira II. Dünya Savaşı'nda milyonlarca Avrupalının ölümüne sebep olan Almanya'yı 70 yıl öncesiyle hatırlamak yerine, 6 Haziran 2014 günü gerçekleşen Fransa birlikteliğinde Obama ve Putin, Merkel'le Hollande ve onlarla birlikte on üç ülke daha yan yana gelebilmişse bu Avrupa Birliği projesinin doğruluğuna ayrı bir delildir.
İşte bu nedenle Marmara Grubu Vakfı ve Türk Milleti olarak bizler Avrupa Birliği projesini çağın barış projesi olarak değerlendirmekteyiz. Nobel Barış Ödülü’nün Avrupa Birliği’ne verilmesini önemsiyoruz. Aslında Avrupa Birliği kurumsal olarak belki de insanlık tarihinin en kapsamlı barış projesidir. Avrupa Birliği kurumu asırlarca birbirleriyle savaşmış olan İngilizlerle Fransızların, Almanlarla İtalyanların, Hollandalılarla Belçikalıların huzur içerisinde birlikte yaşamalarına fırsat yaratmış, önemli bir barış projesidir. Ama bütün bu başarısına rağmen, Avrupa Birliği kıtasal bir projedir. İşte Türkiye’nin üyeliği kıtasal değeri küreselleştirecek, Avrupa Birliği’ni de küresel bir barış projesi haline getirecek bir süreç oluşturacaktır
Önemle belirtmek isteriz ki, Türkiye sahip olduğu eşsiz stratejik konumu, bölgesinde ve dünyada izlediği başarılı proaktif dış politikası ile Avrupa Birliği’nin gerçekleştirmiş olduğu kıtasal barış projesini küresel hale getirme konusunda iddialıdır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olması durumunda Avrupa Birliği küresel barış noktasında başarılı bir örnek kuruluş olacaktır.
Avrupa devletlerinin birbirlerine entegre olarak kurdukları bu beraberlik, 2. Dünya Savaşı ertesinde geliştirilen uzun vadeli stratejik bir vizyonun ifadesidir.
20 yıl önce Bosna'da yaşananların bir daha olmamasını temenni ediyorsak, Balkanları bir an önce Avrupa Birliği'ne bir bütün halinde dahil etmeliyiz. O bütünün ana unsuru da Türkiye'dir.
Balkanları oluşturan unsurları Romanya, Slovenya, Hırvatistan, Bulgaristan ve Yunanistan'dan ibaret kabul etmek yanlıştır. Eksiktir.
Karadağ, Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna - Hersek, Kosova ve Türkiye olmadan Avrupa Birliği'nde bir bütünlük sağlanamaz.
Bu arada Kosova ile Sırbistan arasında son üç yılda sağlanan diyalog önemlidir. Bölgenin barışı açısından, insanlığın geleceği açısından Sırbistan ile Kosova'nın diyaloğu, istikrarın temelini oluşturmaktadır.
ZENGİNLİK VE REFAH BARIŞIN ANAHTARIDIR
Türkiye'ye gelince biz bugün dünyanın en büyük 16. ekonomisiyiz.
AB üyelerinde Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya'dan sonra 6. sırada ekonomi olarak yer almaktayız.
Avrupa Birliği'nin 16 trilyon dolarlık bir ekonomik yapısı vardır. Türkiye'nin ekonomik büyüklüğü ise 840 milyar dolardır.
Bugün AB üyesi olup da, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal olarak çok gerisinde olan bir çok ülke vardır.
Türkiye istikrarını koruyabilirse önümüzdeki on yıl içinde dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girmesi çok zor olmasa gerek…
Halen yaşanmakta olan ekonomik kriz, bu temel stratejik barış projesinin giderek daha fazla önem kazanacağını ortaya koyuyor. Bu çerçevede dünyada önemli bir aktör olmaya devam eden Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkilerini de aynı şekilde stratejik bir bakış ışığında ele alması gerektiğine inanıyoruz. Birliğin genişleme sürecinin devam ettirilmesi suretiyle barış, huzur ve refahın daha geniş bir coğrafyaya yayılmasının sağlanmasını diliyoruz. Türkiye, Avrupa Birliği’nin amacına ve başarısına inandığı için üyelik hedefinden vazgeçmedi. Müzakere sürecinde siyasi saiklerden kaynaklanan tıkanıklığın bir fayda getirmediğini, üyeliğimizin her iki tarafın yararına olduğunun bilinmesi gerektiğini Marmara Grubu Vakfı olarak uluslararası her platformda dile getirmekteyiz.
YENİ BOSNA’LAR OLMASIN
2014 yılının ortasında yaşadıklarımızı "Türkiye'ye haksızlık yapıyorlar, çifte standart uyguluyorlar" diye yorumlamıyoruz. Aksine bu gidişin Avrupa'yı yeniden bir teşkilatlanmaya, yeniden bir teşhis ve tespite ve ayrıca en kısa zaman sürecinde de yeni çözümlere götürmesinin önemi üzerinde duruyoruz.
Zira dün Bosna'da yaşananlar, bugün Kiev'de tekrarlanmaktadır. Bu Avrupa Birliği'nin yanlış kararlarının bir sonucudur.
İnancımızı ve umutlarımızı kaybetmememiz için yeni Bosnalar, yeni Kievlerle karşılaşmamamız için, birlik olmak, birlikte yaşamak idealinden kopmamamız gerekmektedir.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE İNANIYORUZ
Öte yandan bir medeniyet projesi olarak ele aldığımız Avrupa Birliği projesini, Türkiye'de ve Avrupa'da tanıtmak için Marmara Grubu Vakfı, özenle çalışmalarını sürdürmektedir.
2000 yılında başlatılan "Yes to Europe" projesi içinde kurucu unsur olarak görev aldık.
Brüksel'de Palais d'Egmont'ta altı yüze yakın Belçikalı akademisyen, gazeteci, diplomat, parlamenter ve entelektüelle birlikte çalıştaylar düzenledik.
Paris'te Fransa Senatosu'nda Türkiye - Avrupa Birliği ilişkileriyle ilgili olarak senatörler, milletvekilleri, gazeteciler, akademisyenler ve düşünürlerden oluşan beş yüz kişiyle düşüncelerimizi paylaştık.
Gene Brüksel'de Avrupa Birliği Parlamentosu'nda Dr. Akkan Suver, 2013 yılının Haziran ayında bir konuşma yaparak AB ile ilgili çalışmalarımızı anlattı.
Ayrıca geride bıraktığımız yıllarda Marmara Grubu Vakfı adına Müjgan Suver ve Nezihe Timur, Polonya'da Avusturya'da, Almanya'da çeşitli toplantılar düzenlediler.
Madrit'te Barcelona'da Müjgan Suver ve Lale Aytanç Nalbant birlikte katıldıkları toplantılarda Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerini masaya yatırdılar.
Dr. Akkan Suver, Ogan Soysal, Engin Köklüçınar, Dr. Şahap Kocatopçu, Cafer Okray ve Prof. Dr. Sedefhan Oğuz çeşitli zaman dilimleri içinde Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerini ortaya koyan uluslararası toplantılarda Marmara Grubu Vakfı'nın görüşlerini açıkladılar.
Bu arada Avrupa'nın saygın düşünce kuruluşlarından olan ve merkezi Viyana'da bulunan Viyana Ekonomik Forumu'nun çalışmalarında Marmara Grubu Vakfı partner olarak yer almaktadır.
Merkezi Berlin'de bulunan “Kültürel Demokrasi Akademisi” ile çalışmalarımız devam etmektedir.
Merkezi Viyana'da bulunan “Küresel Diyalog ve İşbirliği Merkezi” ile de çalışmalarımıza büyük önem vermekteyiz.
Merkezi Bled'de bulunan Bled Strateji Forumu ile yıllardır süren ortak çalışmalarımız sürmektedir.
Merkezi Budapeşte'de olan Macar Girişim Vakfı’na büyük değer vermekteyiz.
Merkezi Belgrat'ta bulunan Uluslararası İlişkiler ve Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi ile olan temaslarımız yüksek düzeydedir.
Merkezi Sofya'da bulunan Slavyani Vakfı ile çalışmalarımız devam etmektedir.
Merkezi Sofya'da olan Balkan Politika Kulübü'nün Dr. Akkan Suver kurucu üyesidir.
Gene merkezi Bükreş'te bulunan Karadeniz - Hazar Denizi Vakfı'nın Dr. Akkan Suver kurucu üyesidir. 2013 ile 2014 yılları arasında başkanlığını da yapmıştır.
Marmara Grubu Vakfı olarak Avrupa Birliği ile ilgili çalışmalarımızı sivil toplum alanında sürdürmeyi bir görev bilmekteyiz.
Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Marmara Grubu Vakfı AB konusunda devamlı temas halindedir.
Avrupa Birliği Bakanlığı görevinde bulunan Egemen Bağış Bakanlığı döneminde Marmara Grubu Vakfı'nın toplantılarına katılmış ve Vakfın Avrupa Birliği ile ilgili çalışmalarında ortaya koyduğu performası takdir ettiğini belirtmişti.
25 Aralık 2005 günü Fransa Senatosunda Milletvekili Yaşar Yakış, Fransız Senatör Mme. Josette Durieu ve Dr. Akkan Suver